Please note that Tapas no longer supports Internet Explorer.
We recommend upgrading to the latest Microsoft Edge, Google Chrome, or Firefox.
Home
Comics
Novels
Community
Mature
More
Help Discord Forums Newsfeed Contact Merch Shop
Publish
Home
Comics
Novels
Community
Mature
More
Help Discord Forums Newsfeed Contact Merch Shop
__anonymous__
__anonymous__
0
  • Publish
  • Ink shop
  • Redeem code
  • Settings
  • Log out

ANGEL: Sesinin Kafesini Kır

ANGEL: Sesinin Kafesini Kır

ANGEL: Sesinin Kafesini Kır

Jun 01, 2025

Bölüm 1 - Külün Altındaki Ses 
                                    

Gri gökyüzü, şehri bir kefen gibi örtüyordu. Beton bloklar arasında kaybolmuş sokaklarda, ne renk kalmıştı ne de koku. Her şey susturulmuştu. Hava kuru, sessizlik yapışkandı. Geriye sadece dijital panolardan yankılanan tekdüze bir emir kalmıştı:
                                                     ''Sadece devletin onayladığı sesler, şarkı söyleyebilir.''
Bu cümle, şehrin dört bir yanına kazınmıştı. Sanki her kelime kulak zarlarını tırmalıyor, aklı bastırıyordu. Duyguların frekansı suç, melodilerin hafızaya dokunuşu tehdit sayılıyordu. 
Mizue, tozla kaplı camdan dışarı baktı. Göğsünde bir ağırlık vardı, sanki nefes almak bile suçtu. Boğazındaki düğüm, yıllardır konuşulmayan bir şarkının ilk notasını saklıyordu. Ellerini kalbine götürdü. Parmakları titredi. Itsuki, sessizce yanına geldi. Gitarının telleri sarılıydı, sanki sesi unutmasın diye. Mizue'nin gözlerine baktı ama hiçbir şey söylemedi. Bu şehirde, artık sadece dijital afişlerde yaşıyordu. Birden, gökyüzüne ince bir damla düştü. Yağmur...
Mizue'nin gözleri büyüdü. O an , içindeki o eski şarkı boğazına kadar yükseldi. Annesinin sesinden kalma bir ezgi gibi... Bastırmaya çalıştı, olmadı. Ses, kendi kendine bir yol buldu. İlk hece ağzından döküldüğünde, zaman yavaşladı. Yağmur damlaları havada asılı kaldı. Toprağın kokusu geri geldi. Ve tam o anda, yolun kenarındaki çatlamış kaldırım taşının arasından bir lotus çiçeği açtı. Itsuki'nin gitarı titredi. Toprak, sesin titreşimini hissetti. O da anlamıştı. Bu, sıradan bir ses değildi. Yasaklıydı, evet. Ama aynı zamanda hatırlatıcıydı. Kaybedilen renkleri, bastırılan duyguları, susturulmuş geçmişi fısıldıyordu.
Bir zamanlar soprana olan annesinin sesiyle başlayan o şarkı, şimdi Mizue'nin içinden yeni bir hayat gibi yükseliyordu. Ve şehir, ilk defa uzun zaman sonra nefes aldı. 
                     
                                 
                   
                                                        ''Her şarkı bir iz taşır. Ve her iz bir başka yüreğe dokunur.''

Birkaç Gün Önce - Gizli Sığınak
Sığınak gibi karanlık bir binanın bodrum katında, havayı pas ve nem kokusu sarıyordu. Elektrikler gidip geldiğinde duvarlarda dans eden gölgeler, sanki susturulmuş geçmişlerin yankısıydı. Mizue, yalnızca güvenilir kişilere gönderilen şifreli notun peşinden buraya gelmişti. Notun sonuna el yazısıyla çizilmiş tek bir sembol iliştirilmişti: Kırık bir nota işareti.
Kapı hafifçe aralandı. İçeri, eski bir gitar kılıfını sırtında taşıyan genç biri girdi. Gözleri temkinliydi ama yorgun değildi. Mizue ilk bakışta onu sıradan sanmıştı; ta ki gitarın sapında metalden işlenmiş toprak simgesini görene kadar.
''Sen de mi sesi unutmayanlardansın?'' dedi Itsuki alçak sesle. Mizue cevap bile vermedi. Birkaç adım geri çekildi. ''Sana bu adrresi kim verdi?'' 
Itsuki omzunu silkti. ''Beni sen çağırmadın mı?''
Sessizlik...
Mizue, cebinden küçük bir kart çıkardı. Notun köşesinde, -tükenmek üzere olan bir kurşun kalemle yazılmıştı- : ''Sadece kalbini duyanlar seni gerçekten anlayabilir.''
Itsuki iç çekti. ''Bu notu ablam buldu. Biri onun çantasına koymuş. Ben... peşinden geldim. O bir şey yapmadı, sadece-'' Sesi titredi. ''-hayal kurdu. O yüzden susturdular.''
Mizue'nin yüzü gölgelendi. Yavaşça yaklaştı. ''Beni anlamanı istemiyorum,'' dedi. ''Ama sesimin duyulmasına yardım eder misin?''
Itsuki gitarını çıkardı. Telleri eskiydi ama ruhu tazeydi. Parmaklarıyla bir dokunuş yaptı. Duvarın ötesinde taşlar sarsıldı. Mizue'nin gözleri irkildi.
''Toprağı duyarım,'' dedi Itsuki. ''Sadece gerçek sesleri. Seninkini de duydum. Dün gece, yağmurda.''
Mizue ilk kez hafifçe gülümsedi. ''Demek oradaydın...''

Birkaç gün sonra...
Mizue ve Itsuki birlikte çalışmaya başladılar. Mizue'nin sesi doğayı uyandırıyor, Itsuki'nin gitarı şehri uyarıyordu. Ama hâlâ eksik bir şey vardı... bir ritim. Zamanla oynamadan bu şarkı tamamlanamazdı. Ve işte o sırada...
Makoto ortaya çıktı. Siyah kapüşon, profesyonel bir tavır, gözlerinde güvenilmez bir parıltı. ''Sesinizi duydum,'' dedi. ''Onu bastırmam gerekiyordu. Ama bastıramadım.''
Itsuki elini gitarın sapına götürdü. Mizue gerildi. Makoto hafifçe başını eğdi. ''Davul çalıyorum. Zamanla oynayabiliyorum. Ama geçmişte bir şey var... Ben bunu size neden söyleyemediğimi henüz bilmiyorum.''
Mizue'nin iç sesi, annesinin yıllar önce söylediği o uyarıyı hatırladı: ''Zamanla oynayanlara hemen güvenme. Onlar, en çok zamanı çalanlardır.''

Gece, şehrin gürültüsüz bir ağıt gibi üzerlerine çökmüştü.Gri binalar, gökyüzünden düşen ağır sisin içinde yok oluyordu. Mizue, uzak köşede ses egzersizi yapıyordu. Sesini bastırmaya çalışıyordu ama titreyen notalarda kalbinin kırıklığı duyuluyordu. Itsuki, gitarıyla eski taşların üzerine oturmuş, gözlerini Makoto'dan ayırmıyordu. Sessizdi. Soğuk değildi. Ama uyanıktı. Makoto, terk edilmiş metro hattının metal sütununa yaslanmış, kendi davul pedine gözlerini dikmişti. Davula değil, içindeki çatışmaya bakıyordu aslında. ''Bu grupta olmak... beni ya özgür bırakacak... ya da tamamen yok edecek.''  İçinden geçen cümleydi bu. Seslendirmedi. Ama zihninde yankılandı. Küçük yaşlardan beri babasının emirleriyle büyümüştü. Her vuruşta zamanı kontrol etmeyi değil, zamanı diz çöktürmeyi öğrenmişti. Devletin müzik yasasını destekleyen ailesi, onun yeteneğini ''doğru amaçlar'' için kullanması gerektiğini söylemişti.  ''Zamanla oynayabilen birinin tarafı olamaz. O yalnızca dengeyi bozar.'' demişti annesi bir keresinde.
Ama bu çocuklar...
Mizue, sesinden çiçek açtırıyordu. Itsuki, toprağı titretiyordu. Ve Makoto... yalnızca zamanı büküyordu. Bir an durdu. Gözleri Mizue'ye takıldı. Kız, o sırada eski bir melodiyi fısıldıyordu. O kadar tanıdıktı ki...
Annesinin odasında duyduğu gizli bir şarkıya benziyordu. ''Nereden biliyorsun o melodiyi?'' Makoto istemsizce sordu.
Mizue duraksadı. ''Sakladığım bir anıdan... Belki de annemden.''
Makoto'nun kalbi hızlı attı. İçini bir sızı kapladı. O da bu melodiyi yıllar önce duymuştu. Ama annesinin sakladığı kasetlerde, gizli saatlerde...
''Senin annen... eski soprano muydu?''  diye sordu titreyen sesle.
Mizue başını eğdi. Cevap vermedi ama gözleri çoktan ''evet''' demişti. 
Itsuki ayağa kalktı. Şüpheyle yaklaştı. ''Senin geçmişinle ilgili az şey biliyoruz, Makoto. Zamanla oynayabiliyorsun ama bizimle ne kadar yürürsün?''
Makoto dudaklarını ısırdı. Gözlerini kaçırdı. Cevap vermek istemiyordu. Çünkü kendi de bilmiyordu. Yalnızca şunu fısıldadı: ''Eğer bende susturulmuşsam... buna rağmen hâlâ zamanla oynuyorsam... Belki sizin gibi çırpınanlara bir zaman dilimi çalabilirim. Azıcık nefeslik bir an.''
Itsuki'nin bakışı yumuşadı ama kuşkusu hâlâ dağılmadı. Mizue'nin içi karıştı: Tanıdık melodiler, kayıp sesler, eksik anılar... Hepsi Makoto'yla bağ kurmaya başlıyordu ama tam güvenmeden. 


O gece rüzgâr bile ses çıkarmaya korkuyordu. Paslı metaller bile sessizliğe uymuştu. Mizue'nin sesi, taşların altında yankılanmasın diye boğazına geri çekilmişti. Itsuki, gitar tellerine dokunmuyor, parmaklarıyla yalnızca tellerin hatlarını yokluyordu. Makoto, zaman döngüsünü başlatmak üzereydi ama... atmosferde bir şey vardı. 
Tuhaf bir titreme. Gözle görülmeyen ama iliklere işleyen.

Aniden, gökyüzü griden siyaha geçti. Bir dijital çatırdama... Yüzlerce yıldır çalışmıyor sandıkları metro sisteminde kırmızı bir ışık parladı. 
                                   ''Yasa dışı frekans algılandı. Alan karantinaya alındı. Ses kaynakları belirleniyor.'' 
Mizue irkildi.Makoto gözlerini kısmıştı. Itsuki, gitarı omzuna aldı, savaşa gider gibiydi. ''Bizi izliyorlar,'' dedi Itsuki. ''Ama nasıl? Bu alan dış frekans taramasından izoleydi.'' 
Makoto tereddüt etti. ''Sadece bir kişi bizi buraya çağırdı...'' Bakışları, istemsizce Mizue'ye kaydı. Mizue gözlerini kısıp geriye bir adım attı. ''Sizce ben mi...?''
Makoto hemen geri adım attı. ''Hayır! Hayır... Sadece... Belki biri bizi izliyordu. Belki de en başından beri.'' 

Üç figür, dijital kamuflaj kıyafetleriyle çatının ucunda belirdi. Yüzleri yoktu. Kulaklarında yalnızca beyaz-gri maskeler vardı. ''Ses Avcıları'' diye bilinen bu birim, devletin en tehlikeli ajanlarıydı. Sesi görüp, melodiyi kesebiliyorlardı. ''Kaçın,'' dedi Itsuki. ''Sakın sesini kullanma, Mizue. Onu arıyorlar.''
Mizue nefesini tuttu. Ama boğazındaki titreşim, kendine ihanet eder gibiydi. Kalbi her çarptığında, içinden bastırdığı melodi yülselmek istiyordu. O an... dudakları istemsizce aralandı. ''Bir damla yağmur....'' Lotus çiçeği açtı.
                           
                                

Ses Avcıları harekete geçti. Gri zemin üzerinde parlayan semboller belirdi. Makoto zaman döngüsünü başlattı ama sınırlıydı. Itsuki gitarını yere vurdu, toprağı kabarttı. Mizue'nin sesi, kısıldı. Gözyaşlarıyla birlikte sustu. Ama çok geçti. 
Dar bir yeraltı geçidine sığındılar. Nefesler düzensiz. Kalpler panikte. ''Bizi buldular,'' dedi Itsuki. ''Ve artık peşimizi bırakmayacaklar.'' 
Makoto sesssizdi. Düşünüyordu. ''Ya içimizden biri farkında olmadan yerimizi sızdırdıysa?''
Mizue başını eğdi. Gözlerinde ilk kez korkudan başka bir şey vardı. Sorgulama. Suçluluk. Ve sesini kimseye anlatamamanın acısı.

Mizue'nin melodisi, doğayı bir kez daha uyandırdı. Ama aynı anda devletin gözlerini de üzerine çekti. Artık sadece sesleri değil, varlıklarını da saklamaları gerekiyordu. Yeraltı geçidinin loş ışıkları, soğuk taş duvarlara vuruyordu. Nefesler hızlanmış, kalpler panikle çarpıyordu. Itsuki, arkasından gelen ayak seslerini dinliyordu. Mizue ise boğazındaki bastırılmış melodinin yarattığı sıkışıklığı hissediyordu. Makoto sessizdi, dikkatle etrafı kolaçan ediyordu. Birden, geçidin köşesinde yıpranmış bir sembol gözüne ilişti. Kırık bir metal plakanın üzerinde zarif bir lotus çiçeği ve altında eski bir soprano notası vardı. Mizue'nin gözleri büyüdü. ''Bu... annemle aynı sembol...'' ''O yüzden sesini gizlemek zorunda kaldı,'' diye fısıldadı. 
Itsuki ve Mizue birbirlerine baktılar. Makoto ise bu anı sanki fark etmemiş gibiydi. Gözlerini kaçırdı. Dışarı çıkarken Mizue, Makoto'ya doğru döndü. ''Bu sembolü gördün mü? Bilmiyormuş gibi davrandın...'' 
Itsuki de katıldı: ''Neden sessiz kaldın? Gerçekten bizimle misin?'' 
Makoto kısa bir duraksama yaşadı. ''Bilmiyorum... ama şimdi bunu tartışacak zaman değil. Devletin takibi üstümüzde. Güven... riskli bir kelime şu an için.''
''Ama biz bir ekibiz,'' dedi Mizue, ''ve sır saklamak seni bizden daha farklı bir tarafa itiyor.''
Itsuki sertçe başını salladı: ''Eğer bizim düşmanımızsan, bunu hemen anlamamız gerek.''
Makoto gözlerini indirdi. Bir yandan çaresizlik, bir yandan gizemli bir sır taşıyordu.
Gri şehir sessizdi ama onları izliyordu. Lotus sembolü, geçmişten gelen bir anahtardı. Makoto'nun sırları ise ekibin geleceğini belirleyecekti.

Makoto'nun Geçmişinden Parça
 Soğuk bir oda. Duvarlarda asılı devlet amblemleri, ağır elektronik cihazların uğultusu. Makoto, siyah üniformasını giymiş, masanın karşısında oturuyor. Önünde büyük bir ekran, üzerinde akıp giden frekans dalgaları.
''Görev tamamlandı mı, Makoto?'' Soğuk ve katı bir ses. Devlet yetkilisi, gözleriyle yeri delip geçiyor. 
Makoto dudaklarını sıkıyor. ''Hayır, efendim. Frekanslar beklenenden daha kararsız.''
''Bu kadar başarısızlık affedilemez.''  
''Biliyorsunuz, ailemin durumu...''
''Senin ne ailenden haberin var ne de kişisel duygulardan. Sadece görev.''
Makoto gözlerini kapatıyor. Geçmişte, küçük kız kardeşinin ona sarıldığı o anı hatırlıyor. Kardeşinin sesi, devletin yasakladığı eski bir ninniydi. Onu korumaya çalışırken ailesinden kopmuş, devletin gölgesine itilmişti. 


''Bize ihityacın var, Makoto. İçindeki sesi susturamazsın.'' 
Bu sözler, yıllar önce annesinden kalma eski bir kayıttan yankılanıyor gibiydi.
Ekranın kırmızı alarm ışığı yanıp sönerken, Makoto'nun yüzündeki kararsızlık ve pişmanlık belirginleşiyordu. Hem devletin kalkanı olmak zorunda hem de içndeki isyanı saklamak zorundaydı.
Makoto sessizce ayağa kalktı. Gözleri karanlığa bakarken, düşündü: ''Acaba güvenmeye değer miyim?''

Rüzgâr, küllerle birlikte eski şehir sokaklarında yankılanırken üçü harabe bir binaya sığınmıştı. Mizue hâlâ Makoto'ya temkinliydi; Itsuki onun adımlarını izliyor ama bir şey demiyordu. İçeride, yarı gömülü bir duvar resmine rastladılar. Sadece çok dikkatli bakıldığında fark edilen, sönük ama tanıdık bir sembol: Bir zamanlar şarkı söyleyen bir kadının, göğsünde açan lotus çiçeği.
Mizue'nin parmakları istemsizce resme uzandı. Aniden, bir yankı: ''Sopranolar sonsuza dek susmadı. Bizi frekanstan silemezsiniz.''
Mizue'nin içinde bir kıvılcım doğdu. Annesinin sesine çok benzeyen bu kayıt, duvarda mühürlüydü. Ve sanki cevap verircesine... Gökyüzü ilk defa çatladı. Gri örtüde bir yarık belirledi. İncecik bir ışık sızdı.
Itsuki, gitarını kavradı. ''Bu... sıradan bir tepki değil. Biri bizi izliyor.'' 
Makoto  bir adım geri çekildi. Elini cebine götürdü. Orada sakladığı o eski cihaz, frekans tarayıcısı titreşiyordu. 
Birden dışarıdan tiz bir uğultu duyuldu. Bir devriye dronu binanın önünde durdu. Devlet ilk tehdidini göndermişti. Sirenler yaklaştıkça Makoto'nun gözleri kısıldı ama diğer ikisi hâlâ ona güvenmiyordu. ''Bizi nasıl buldular?'' diye sordu Mizue. ''Makoto... neyi saklıyorsun?'' 
Siyah ekran, şu kelimelerle kapandı: 
                                                  ''Ses bir yalan ise şimdi gerçek ne kadar tehlikeli olacak?''



meytalmel
M.

Creator

Comments (0)

See all
Add a comment

Recommendation for you

  • What Makes a Monster

    Recommendation

    What Makes a Monster

    BL 74.1k likes

  • Arna (GL)

    Recommendation

    Arna (GL)

    Fantasy 5.4k likes

  • Invisible Boy

    Recommendation

    Invisible Boy

    LGBTQ+ 11.2k likes

  • Flower Girl

    Recommendation

    Flower Girl

    Mystery 2.2k likes

  • Touch

    Recommendation

    Touch

    BL 15.3k likes

  • Dreamers

    Recommendation

    Dreamers

    Romance 439 likes

  • feeling lucky

    Feeling lucky

    Random series you may like

ANGEL: Sesinin Kafesini Kır
ANGEL: Sesinin Kafesini Kır

190 views0 subscribers

Ses bir zamandı.

İnsanlar eskiden duygularını melodilerle anlatırdı.
Ne zaman yasalar geldi, şarkılar sustu.
Kaldı sadece yankılar...

Ama bazı sesler susturulamaz.

Onlar, karanlığın içinden bir fısıltı gibi yükselir.

Ve bir gün...
O ses, kafesini kırar.

Subscribe

9 episodes

ANGEL: Sesinin Kafesini Kır

ANGEL: Sesinin Kafesini Kır

58 views 0 likes 0 comments


Style
More
Like
List
Comment

Prev
Next

Full
Exit
0
0
Prev
Next