Ortam hiç olmadığı kadar gergindi. İki imparatorluğun heyeti de karşı karşıya oturmuş, şüpheli ve tedirgin bakışlarla birbirlerini süzüyorlardı. İşi komikleştiren kısım ise, kuzeyden gelen heyetin kan ter içinde olmasıydı. Güneyin yakıcı sıcaklarını hiç hesaba katmadan giyinip gelen bu 7 yaşlı adam neredeyse baygınlık geçirmek üzeredeydiler. Kimisi kendini eliyle yellerken bir diğeri ise şapkasını kullanıyordu. "Güneyin havası sizi çarptı sanırım" dedi Güneyli yaşlılardan birisi. Uzun bıyıklarının altında kıkır kıkır gülüyordu. "Daha yazın ortasında bile değiliz hâlbuki"
Güneyli heyet dalga geçer gibi kendi aralarında gülüşürken kuzeyli heyet onlarla uğraşamayacak kadar bitkin durumdaydı. Huzursuzluklarını çıkardıkları öksürük sesiyle perdelerken, Bilgehan küçük bir tebessümle güneylilere baktı. "Tabii ki" dedi rahat bir tavırla. "Bizler deri yakan soğuklara alışkın insanlarız. Terleten sıcaklar pek deneyimlediğimiz bir şey değil" Yaşlı adam meselenin bir sidik yarışına dönmesini hiç istemiyordu, gayet iyi biliyordu ki kuzeyli heyet bu iğneleyici lafların altında kalmamak için daha agresif bir tavır takınacaktı. Bu yüzden hiç vakit kaybetmeden boğazını temizledi ve "Eh, buraya neden geldiğimizi siz de merak ediyorsunuzdur" dedi. "Size gelen mektupta çok fazla detaya yer vermemeyi tercih ettik. Bu mevzunun yüzyüze konuşulmasını daha uygun bulduk"
Güneyli yaşlıların başı sayılan yaşlı adam anlar gibi kafasını aşağı yukarı sallamıştı. "İyi yapmışsınız" dedi vakur bir tavırla. "Sanıyorum ki konuşacağınız mevzu önemlidir?"
"Tabii" Bilgehan gülümsedi. "Lafı dolandırmak istemem, o yüzden bir an önce mevzuyu anlatayım. Biliyorsunuz ki Deahan İmparatorluğu uzun zamandır Tang İmparatorluğu ile sınırlarını paylaşıyor. Kısa bir zaman önce işgal altında olan şehirlerimizi geri alıp sınırlarımızı genişletmiştik. Fakat büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. Tang İmparatorluğu yakın dönemde batıda bulunan topraklarını büyük kayıplar vererek Göktürklere kaybetti. Kaybettikleri toprakları telafi etmek için bize baskı uyguluyorlar ve tahmin edersiniz ki kanlı bir savaşla burun buruna gelmemiz kaçınılmaz. Kuzeyin düşüşü doğal olarak güneyin aleyhine olur"
"Bir ittifaklık isteği seziyorum" dedi yaşlı adam. Kaşları çatıktı. Bu lafları üzerine güneyli yaşlılar şaşkınlığa uğramışlardı. Kısık gözleri kocaman açılmış, adeta dehşete kapılmış bir ifadeyle birbirlerine bakıyorlardı.
Kuzeyli yaşlıların ise suratlarında en ufak bir duyguya dair iz yoktu. Ellerini bağdaş kurdukları dizlerine koymuş, tehditkar gözlerle güneylilere bakıyorlardı. Onların bu ruhsuz tavırları güneylileri daha da bir panikletiyordu. Adeta meydan okur gibi bir duruşları vardı bu adamların. Bilgehan aniden değişen ortamın havasını dağıtmak amacıyla boğazını temizledi. "Boşuna heyetin başı değilsiniz" dedi sıcak bir tebessümle. "Buraya gelme niyetimiz iki imparatorluğun geleceğini garantilemek içindir. Eğer kuzey düşer ve Çinliler tarafından işgal edilirse, çok zaman geçmeden sizin başınıza da aynı şey gelecektir. Ulusumuz dayanabildiği kadar dayanır, ancak siz? Kardeşlerim lütfen bunu bir düşünün. Yüzyıllarca birbirimizle savaştık ancak bu sefer düşmanımız çok başka. İki İmparatorluğu da hiç acımadan ezip geçebilecek kadar kuvvetliler. Kadınlarınızı, doğmamış çocuklarınızı düşünün. Çinliler bütün topraklarınızı onların kanıyla boyarken vicdanınızı nasıl rahatlatacaksınız?"
Mavi gözlü yaşlı adamın söyledikleri bu laflar güneylileri derinden sarsmıştı. Laflarında büyük bir haklılık payı vardı. Eğer böyle bir savaş olursa güney hiçbir şekilde Çinlilerin karşısında duramazdı. İnsanların katledileceği, katledilmeyenlerin pazarlarda köleler olarak satılacağı acı bir gerçekti. Dahası, Tang İmparatoru Yao aç gözlülüğü ve kana susamışlığı ile bilenen bir adamdı. En büyük düşmanı olan Heian İmparatorluğuna daha da yakınlaşmak için yapmayacağı şey yoktu.
Güneyliler birbirleriyle bakışıp aralarında fısıldaştılar. Bir müddet onların tarafından kimse kalkıp bir şey söylememişti. En son, içlerinde en gürbüz duranı yoldaşlarını susturdu ve elini kaldırdı. "Bu duruma karşılık çözüm öneriniz nedir?" dedi ciddiyetle. Kalın kaşları çatılmış, kırışık yüzünü daha da kırıştırmıştı. "Bizden, Samhan İmparatorluğundan beklentiniz tam olarak nedir?"
Bilgehan hiç duraksamadan "Askeriye konusunda size yardımcı olacağız" dedi. "2 bin askere karşılık aynı sayıda asker göndereceğiz. Askeri eğitim açısından bilgi birikiminiz çok zayıf ve İmparatorluk ordusunda bulunan askerlerin eğitim kalitelerinden şüpheliyiz. Sizi kesinlikle suçlamıyoruz, sonuçta Samhan İmparatorluğu hatrı sayılır bir zamandır hiç savaşmadı. Bu sebepten dolayı eli kılıç tutan bütün erkekleri toplamanızı, onları eğitilmek üzereye Kuzeye yollamanızı istiyoruz. Yolladığınız askerlerin eğitimleri tamamlandığında size geri iade edilecek, ancak tekrar bize eğitilmemiş 2 bin asker daha göndereceksiniz. Bu şekilde Samhan İmparatorluğunun askeri açıdan kalkınmasını sağlayacağız"
"Ya gönderdiğimiz askerlerin başına bir şey gelirse?" Güneyli yaşlılardan biri hıhladı. "2 bin adam az bir sayı değil"
"Eğer bize emanet ettiğiniz adamlarınızın başına bir şey gelirse, sizin elinizde bulunan 2 bin kuzeyli askere istediğinizi yapabilirsiniz"
Bilgehan açık açık kumar oynuyordu adeta. Hiç tereddüt etmeden kendi askerlerini bu şekilde ortaya atması her iki tarafı da şoka sokmuştu. Kuzeyliler tereddüt ve korkuyla liderlerine bakarken, güneyli heyet halen daha söylediklerini idrak etmeye çalışıyordu. "Bu mevzuyu İmparatoriçeye ileteceğiz" dedi güneylilerin lideri. "O zamana dek size kesin bir cevap veremeyiz."
"Cevabınızı bekliyor olacağız" Bilgehan mavi gözleri kısılana kadar gülümsedi. "Lütfen İmparatoriçeye saygılarımızı iletin"

Comments (0)
See all