Kuzeyin, soğuklarından daha katı ve acımasız olarak bilinen İmparatoru bahçede sabırsızlıkla bir o yana bir bu yana yürürken etekleri birbirine karışıyor, kulakları doğumhaneden gelen çığlıklarla çınlıyordu. Sarayın kuralları gereği doğumhaneye girmesi yasaktı, İmparatoriçe doğum hazırlıkları için sineye çekildikten sonra ebeler müsaade edene kadar hanedanlıktaki hiçbir erkek buraya giremezdi. Bu kural uzun zaman önceki İmparatoriçe ve yeni doğan bebeğinin acımasız bir şekilde katledilmesinden sonra zorunlu olarak konulmuştu. Ebeler bile özenle seçilir, oda içerisinde en fazla 3 kişinin olmasına müsaade edilirdi.
Uzun süren çetin kışın sebep olduğu kıtlık yüzünden bitkin düşmüş İmparatoriçe acıyla kıvranırken, saraydaki herkes pür dikkat ebelerin yolunu gözlüyorlardı. Bugün, bütün hanedanlık için çok özel bir gündü. Vaktinden önce gelen varisin doğumu onlara uğur getirecek ve sonunda toprakları bereketlenecekti!
Dahası onu özel kılan diğer şeylerden biri, Güneyin varisinden önce doğmuş olmasıydı.
Çevre hanedanlıklara bile yayılmış söylentilere göre, Samhan İmparatorunun çocuğu olmuyordu. Güney uzun süredir bir varis olmadan yönetiliyordu ve git gide kızışan politik olaylar yüzünden İmparatordan sonra kimin tahta geçeceği muallaktı. Varisi olmayan bir İmparator saygınlığını yitirmiş ve güçsüz bir lider olarak kabul edilirdi. Bu yüzden, bu yeni doğan bebeğin anlamı bütün Kuzey halkı için çok büyüktü.
Zavallı İmparatoriçenin acı dolu yakarışları dindiğinde, İmparator doğumhaneye girmek için bir hamle yaptı fakat genç bir ebenin dışarı çıkmasıyla olduğu yerde duraksadı. Ebenin beyaz önlüğü baştan sona kan içerisindeydi. Suratında biriken ter damlalarından ne kadar zorlu bir doğum olduğu anlaşılıyordu. "Oğlum nerede?" dedi İmparator tok bir ses ile. Suratında garip bir heyecan duygusu hakimdi. Yerinde duramıyor, bir an önce doğumhaneye girip yeni doğan varisi görmek istiyordu. "Çok sağlıklı bir erkek olarak doğdu, değil mi?"
Genç ebe bu soru karşısında ne diyeceğini bilememişti. Kan lekeli ellerini yumruk yaptığında ağzını açtı fakat bir şey diyemedi. Ebenin bu tavrı, İmparatoru bir hayli sinirlendirmişti. "Konuşsana be kadın!" diye gürledi doğumhaneye doğru yürürken. Sert bir tavırla ebeyi geçip, doğumhanenin tahtadan kapısını yana çekti ve içeriye daldı. Odanın durumu hiç iyi değildi, yerler ve duvarlar kan içerisindeydi. Sanki birileri büyük baş hayvan kesmiş gibi duruyordu. Çok geçmeden İmparator durumun vahimliğinin farkına varmıştı. İmparatoriçenin cansız bedeninden sızan kanı emen tahtalar kabarmaya başlamış ve odanın korkunçluğunu daha da kötü bir hale getirmişti.
Genç kadının zaten çelimsiz olan vücudu, bu zorlu doğumu kaldıramamıştı.
Ebelerden biri İmparatoriçenin başında dururken, diğeri de zırıl zırıl ağlayan bebeği kucaklıyordu odanın bir köşesinde. Gözlerinde dehşetin en koyu tonu hakimdi. Suratına sıçramış kan ve dağılmış saçlarıyla kırmızı bir havluya sardığı bebeği sımsıkı tutuyordu.
İmparator oğlunu görmek için yeltelendiğinde diğer ebe hışımla İmparatoriçenin başından kalktı ve ikilinin arasına girdi. Onun da bebeği tutan ebeden bir farkı yoktu. Üç ebe de kan revan içerisinde kalmışlardı.
"Efendimiz!" dedi nefes nefese. Bacakları zangır zangır titriyordu korkudan. Aldığı hızlı nefesler ciğerlerini yakıyor ve gözlerinin yaşarmasına sebep oluyordu. İmparator ebenin bu durumdan hiç etkilenmemişti, suratı tıpkı bir mermer gibi düzdü. Soluk teni ve düz bir çizgi haline gelmiş dudakları onun bu sert duruşunu zerre kadar yumuşatmıyor, aksine onu göründüğünden daha korkunç biri yapıyordu. İfadesini hiç bozmadan "Bir oğlum oldu değil mi?" diye sordu ebelere doğru. Gözleri diğer ebenin kucağındaki bebekten bir saniye bile olsa ayrılmıyordu. "Neden bir şey demiyorsunuz? Oğlum oldu mu olmadı mı?!"
Her iki ebe de sessizdi. Odanın içerisinde duyulan tek ses ufak bebeğin çıkardığı ağlamaklı inlemelerdi sadece. Dışarıdaki ebe ağır adımlarla doğumhaneye girdiğinde burnunu çekti ve usulca İmparatorun karşısına geçti. "Sizi kutlarım İmparatorum" dedi titreyen bir sesle. "Bir oğlunuz oldu evet. Ancak-"
"Ancak?"
"Ancak bir o kadar da kızınız oldu" Soluk tenli adam bu cevap üzerine kaşlarını çatmıştı. "Ne demek oluyor bu ebe hanım?" dedi sinirle. "İmparatoriçe ikizler mi dünyaya getirdi?"
Genç ebe başını iki yana salladı. "Hayır efendim. Doğan bebeğin erkekliği olduğu kadar kadınlığı da mevcuttur" diyerek dişlerini sıktı. "Biz de şaşkınız, hayatımızda ilk defa böyle bir şey ile karşılaşıyoruz. Bu yüzden-" lafını bitiremeden ebe hanım kendini bir anda yerde bulmuştu. İmparator hışımla iki ebeyi de ittirdikten sonra odanın köşesine sinmiş ebeye doğru yürüdü ve kucağında tuttuğu bebeğin üstünü açtı.
Çok güzel bir bebekti bu.
Teni porselen gibi bembeyaz ve pürüzsüzdü.
Teninde kandan başka bir tane bile olsun leke yoktu. Gözlerinin biri siyah, biri de masmaviydi. Cılız ellerini yumruk yapmış yüksek sesle ağlarken iki yumruğunu da havada sallıyordu.
Çok güçlü ve güzel bir bebekti bu. Tam da Kuzeye yakışır bir varisti.
Fakat, bacaklarının arasındaki kusur gözden kaçırılamayacak seviyedeydi.
İmparator gözlerine inanamayarak bir adım geri attı ve korkudan titreyen ebeye baktı. "Bu bir lanet" dedi gözleri git gide irileşirken. "Tanrının bir laneti bu!"
"Efendim" Ebe, İmparatorunun suratına bakamıyordu bile. "Bu bir mucize... Daha önce hiç böyle bir şey yaşanmamışt-"
"Hayır hayır hayır" Soluk tenli adam panikle kafasını iki yana salladı. "Öldürün onu. Nehire atın, ya da kafasını kesin. Kurtulun ondan! Kimse bunu bilmemeli!" Ebeler dehşetle panik içerisinde olan İmparatora bakıyorlardı. "Ne yapın ne edin o şeyden kurtulun" dedi İmparator. Gördüklerine inanamıyordu. "Kimse onun varlığından haberdar olmamalı. Kimse Kuzey hanedanlığının başına gelen bu laneti bilmemeli." Doğumhaneden çıkmak için yeltelendiğinde son bir kez dönüp ebelere baktı. "İmparatoriçe ve bebeği doğumda öldü" dedi alçak bir sesle. "Herkes böyle bilmeli"
Soluk tenli adam kendini doğumhaneden dışarı attıktan sonra gözden kaybolmuştu. Genç ebe apar topar odanın kapısını kapattı ve kilidi indirdi. Göğüsü çok hızlı bir şekilde inip kalkıyordu. O da az önce neler yaşandığının farkında değildi. Halen daha İmparatoriçenin ölümünü hazmetmeye çalışırken, bir yandan da bu esrarengiz bebeğin durumunu kabullenmeye çalışıyordu.
"Onu öldürmeyeceksiniz, değil mi?" Genç bir erkek sesi işitilmişti bambu ağaçtan yapılma dolabın arkasından. "O... o daha bebek. Ölmek için çok küçük" Ebeler panikle kafalarını dolaba çevirdiklerinde içlerinden bir tanesi "Sungwoo!" diye bağırdı. Genç kadın bu sesin kime ait olduğunu biliyordu. "Senin burada ne işin var?!"Uzun boylu ve siyah saçlı bir delikanlı çıkmıştı dolabın arkasından. Çekingen tavırlarla kendisini ebelere gösterdiğinde, omuz silkti. "İmparatorluğu kurtaracak olan varisin doğumuna şahit olmak istemiştim sadece" dedi cılız bir sesle. Hemen 10 adım ötesinde duran cesede bakmamak için kendini zor tutuyordu.
Genç ebe kardeşinin kulağını çekip onu odanın ortasına ittirdi sertçe. Gözlerinden yaşlar akıyor ve kanlı önlüğünü ıslatıyordu. "Başımıza gelenlerden haberin var mı?" dedi sinirle. Ruhsal olarak bitik bir durumdaydı. "Bu kadar yaşanan olayın içerisinde bir de doğumhaneye erkek girdi diye ortalığın karışmasını mı istiyorsun? Ya biri senin kasıtlı olarak İmparatoriçeyi öldürdüğünü düşünürse?"
"Onu öldürmek zorunda mıyız?" diye sordu genç delikanlı. Ablasının dediklerini hiç duymamış gibiydi sanki. Eliyle ufak bebeği gösterdi. "O bizim kurtuluşumuz değil mi?"
Delikanlının bu lafları ebeleri sarsmış gibiydi. Üçü de karmaşık bir surat ifadesiyle birbirlerine bakıyorlardı. Bunu fark eden oğlan derin bir nefes aldı ve bebeğin yanına doğru yürüdü. "İmparator ne dediğini bilmiyor" dedi ufaklığı kucağına almak için yeltelendiğinde. "Nasıl bir mucizenin dünyaya geldiğinden haberi yok onun"
"Onu öldürmekten başka çağremiz yok Sungwoo" dedi ablası üzgün bir suratla. "Bu bebekle imparator arasında bir seçim yapmak zorundayız."
"O zaman bebeği seçin" Delikanlı kendisine merakla bakan bebeğe doğru gülümsüyordu. Yavaşça serçe parmağını bebeğin yumruğuna bastırdı. Bebek hemen onun parmağına sarılmış ve sıkı sıkıya tutunmuştu.
Bebek hemen onun parmağına sarılmış ve sıkı sıkıya tutunmuştu
"Ulusumuzun geleceği için yeni bir yönetici şart. İmparator başa geçtiğinden beri hepimiz açlıktan karga leşi yer olduk. Daha ne kadar böyle devam edecek?"
Çocuk haklıydı. İmparatorun tahta geçmesinden beri zaten kötü durumda olan ülkenin durumu bir gün bile düzelmemişti. İnsanlar soğuk ve açlıktan ölüyordu. Tarlalar verimsizdi. Hayvanlar hastalanıyor, sütten kesiliyorlardı.
Ebelerin cevap vermesine müsaade etmeden kafasını kaldırdı Sungwoo. Dudaklarında cılız bir sırıtış vardı.
"Ben bu sorunun cevabını biliyorum"
-
Kuzeyin yoksul halkı, İmparator ve İmparatoriçelerinin ölümü ile derin bir yas dönemine girmişti. Akıl alır gibi değildi yaşananlar! İlk önce ulusun annesi doğum esnasında ölmüş, ondan hemen sonraki gün de ulusun babası sofrada yığılıp kalmıştı. Suratı şişmiş, gözleri yuvalarından fırlayacak gibi açılmıştı.
İnsanlar üzgün ve endişeliydi. Yetim ve öksüz kalmış olan prens taht yaşına erişene kadar imparatorluğun 7 büyükler olarak bahsedilen yaşlı heyeti tarafından yönetileceğini bilseler de, ister istemez Güneydekiler yüzünden korkuya kapılıyorlardı. Sonuçta artık onlar İmparatorsuz bir halktı.
Sungwoo törendeki insanların liderleri için olan acıklı haykırışlarını dinlerken, kafasını yavaşça serçe parmağını sımsıkı tutan bebeğe çevirmişti. Dışarıdaki onca gürültüye rağmen bebek genç delikanlının suratına bakıp kocaman gülümsüyordu. Sanki onca olan biten onun umurunda değilmiş gibiydi.
Uzun boylu acemi asker bebeğin gülümsemesine karşılık verdi ve bir dizinin üstüne çöktü. Şimdi, bebeğin yattığı kundakla aynı boydaydı. "Merak etmeyin" dedi yumuşak bir ses tonuyla. Gözlerini bir türlü bebeğin gülümsemesinden alamıyordu. "Sizi son nefesimi verene kadar koruyacağıma ant içerim, küçük hanım"
-
-
-
İMPARATORLUK HARİTASI VE ŞEHİRLER
DAEHAN (Kuzey) İMPARATORLUĞU Yöneten: İmparator(içe) INSOO Başkent: Pyongyang (Günümüz Pyongyang) Sınırdan sorumlu şehir: Haeju ve Kanggye
SAMHAN (Güney) İMPARATORLUĞU
Yöneten: İmparator CHADAE
Başkent: Hanyang (Günümüz Seul)
Sınırdan sorumlu şehir: Cheorwon
TANG (Çin) İMPARATORLUĞU
Yöneten: İmparator Yao
Başkent: Tang Harbin (Günümüz Harbin)
Sınırdan Sorumlu şehir: Yok
HEIAN (Japon) İMPARATORLUĞU
Yöneten: İmparator Daigo
Başkent: Heian Kyo (Günümüz Kyoto)
Sınırdan sorumlu şehir: Yok
ANA KARAKTERLER
İmparator Insoo :
İmparator Insoo çetin bir kış günü başkentteki sarayda çift cinsiyetli bir bebek olarak dünyaya geldi. Doğum sırasında annesini, daha sonra da babasını kaybeden küçük prens 15 yaşına kadar tahta çıkmadı ve bu süreç içerisinde sıkı bir eğitim sürecinden geçti. Doğduğu andan itibaren askeriye ve avcılık üzerine eğitilen prens, bir tüccarın kızıyla evlendirildikten sonra tahta geçti ve hak ettiği İmparatorluk ünvanını aldı.
İmparatorun sırrı saray dışında kimseye açıklanmadı ve kadınlığı gizli tutuldu.
Tahta geçtikten sonra ilk işi sınırları genişletip Dangdong ve Cholsan şehirlerini almak oldu. Eşiyle beraber işgal altında olan Hyesan şehrini de aldıktan sonra, İmparator halkı tarafından çok saygı duyulan ve biat edilen bir yönetici haline geldi.
İmparator Chadae:
İmparator Chadae sıcak iklimi ve bereketli topraklarıyla ünlü olan Samhan İmparatorluğunda dünyaya geldi. 3 kardeşin en büyüğü olan küçük prens, çok sevilerek ve şımartılarak büyütüldü. 18 yaşında babasının vefat etmesiyle İmparatoriçe tarafından tahta çıkartılan prens babasının ünvanını aldı ve ilk işi Heian İmparatorluğu ile bir ticaret anlaşması imzalamak oldu.
Bunun dışında pek bir reformda bulunmamış, ülkenin yönetimini tamamen İmparatoriçenin üstüne yıkmıştır. Halk tembelliği ile meşhur olan İmparatorlarına hımbıl lakabını takmıştır.
ÖNEMLI YAN KARAKTERLER
Park Sungwoo:
Park Sungwoo askeri üs olarak kullanılan Sariwon şehrinde dünyaya geldi. Doğduktan hemen sonra annesi tarafından ana kışlanın kapısına bırakılan çocuk oradaki bir Yarbay tarafından evlat edinildi ve asker olarak yetiştirildi. Hırsı ve zekası ile üstlerinin takdirini kazanan acemi asker kısa sürede rütbe atladı ve sarayda ebelik yapan üvey annesinin yardımıyla saray gardiyanı olarak atandı.
Genç yaşta yaşadığı kaza sebebiyle sağ gözünü kaybetti ancak bu başarılarına engel olmadı. 10 sene boyunca Kanggye'de babası gibi Yarbaylık yaptıktan sonra ilk önce Albaylığa, daha sonra da Generalliğe yükseldi. Saray heyetinin oylamasıyla beraber İmparatorluk ordusunun başına geçen General Park, halen daha görevine devam etmektedir.
İmparator Insoo'ya olan düşkünlüğü ve hassasiyeti ile tanınmaktadır.
İmparatoriçe Eunju:
İmparatoriçe Eunju, Tang İmparatorluğunun işgal ettiği Hyesan şehrinde zengin bir tüccarın kızı olarak dünyaya geldi. Kardeşlerinin siroz sebebiyle ölmesinden sonra, babası tarafından başkente şifacılığı öğrenmesi için gönderildi. Sarayda başhekim tarafından öğrenim gördüğü sırada ılımlı tavrı ve ileri görüşlülüğü sayesinde heyet tarafından Prens Injoo'nun eşi olarak seçildi ve 3 sene süren nişanlılık sürecinden sonra 16 yaşında Prens ile evlendirildi.
Tahta geçtikten sonra İmparatoriçe ünvanını kazanan Eunju, hanedanlık adına bir sürü reform yapmış ve halkın kalkınmasını sağlamıştır. Hyesan şehrinin bulunduğu bölgeye olan hakimiyeti sayesinde askeriyeye büyük yardımda bulunmuş ve işgal edilen şehrin Çinli askerlerden arındırılmasına sebep olmuştur.
Bir diğer adıyla Yenilikçi İmparatoriçe olarak da bilinmektedir.
HARİTACI KANGDAE
İmparator Chadae'nin en yakın arkadaşı ve manevi kardeşidir. Sarayda beraber büyümüşlerdir.
Yetim ve öksüzdür.
KATİP ÇÖMEZİ HYUNSHİK
Doğduktan sonra Sarayın baş katibi tarafından evlat edinilen Hyunshik, 7 Büyükler için çalışmaktadır. Okumayı seven neşeli bir delikanlıdır.
Aile geçmişi bilinmemektedir.
Comments (0)
See all